Müzik ve Hi-Fi Dünyam



Hani klasik bir cümle vardır, "Müzik ruhun gıdasıdır" diye.
Aslında müzik dediğimiz olgu her daim yaşantımızda, fark etsek de etmesek de. Melodik olduğunda hoşumuza gider ilgimizi çeker, aksi tarifi ise gürültüdür belki.

Ana karnında başlar hatta ilk dinletilerimiz konuşmaları ve ortamın tüm seslerini duyarız. Hatta "müzik" ve "gürültü"yü bile ayırdedebiliriz. Hamilelik döneminde karnındaki yavruya sürekli müzik dinleten bir annenin çocuğu acaba büyüdüğünde müzikle ne kadar ilgili olur?
Sonra bebeklik dönemi gelir. Duyma yetisi, görmeden önce geliyor bildiğim kadarıyla. Duyma, görme, dokunma gelişimi çok çabuk gelişen duyulardır bebeklik döneminde. Bir araştırmaya göre, terkedilmiş ve bebekliklerini yetimhanede geçiren (zavallı) bebekler, büyüdüklerinde algıları yok denecek kadar dar becerileri de kısıtlı oluyormuş. Bunun nedeni de bebeklik çağındaki gelişme, farkındalık ve öğrenme dönemlerini tüm gün yataklarında sırt üstü beyaz tavanı seyrederek geçirmeleriymiş. Gördükleri tenk renk ekseriyetle beyaz duvar ve beyaz ışık, duydukları tek ses de diğer bebeklerin ve görevlilerin sesi. Gelişime dair hiçbir şey yok.
Yani anne karnında başlayan serüvenden aklımızın ermesine kadar dış etkenler beynimizdeki nöronların sayısını ve birbirleriyle olan ilişki ve bağlantılarını etkilemekte. Bebekken ne kadar çok renge ve sese maruz kalırsak gelişim o boyutta iyi oluyor.

Yukarıda bahsettiklerim tamamen okuduğum makaleler ve izlediğim belgesellerden edindiğim bilgilerdir. Salt doğrudur gibi bir görüşüm yoktur. Hatta ola ki yanlış bir bilgi veya anlatımım olduysa affola, bu konuda düzeltilmem gerekirse lütfen yapınız.

Birey olarak bizlerin, müzik zevki ile ilgili, ben kendimden örnek verebilirim.

Aklım ermeye başladığından beri müzikle içiçeyim. Babacığımın müzik setiyle başladım adam akıllı müzik dinlemeye. Orta okul ve lise dönemlerinde, müzik olsun da ne olursa olsun "felsefesiyle" herşeyi dinliyordum. Bol bol radyo dinlerdim. Boş kasetler alıp radyodan kayıt yapardım. Biraz yalnız bir çocukluğum oldu. Müzik hep yanımdaydı. Müzik dinleyerek uyurdum, müzik dinleyerek sokağa çıkardım ve gideceğim yere giderdim. Parka gidip tek başıma müzik dinleyip etrafı izlerdim. Sonra bir dönem, sanırım ergenlik çağı tabir ettiğimiz dönem, müzik zevkim allak bullak oldu. Acaip acaip yapay techno müzikler dinlemeye başladım. Saatlerce aynı cıztak ritmi dinlerdim. Ses hep maksimumda olurdu. Zamanın ve o yaşın getirdiği bir başkaldırı mıydı bilmiyorum ama şimdi düşündüğümde şaşkınlıkla kendimi hayal etmeye çalışıyorum ama olmuyor.
Lise 1-2 dönemine geldiğimde (86-88 yılları) yazları istanbul’a ablamlara gelme dönemleri başladı. Benden 8, 10, 15 yaş büyük abi ve ablalarımla oturmayı, anlamasam da onlarla vakit geçirmeyi, onları seyretmeyi, kendimi büyük hissetmeyi çok seviyordum. Aralarında bir abi vardı, müzik zevki enteresan gelmişti bana. Hiç dinlemediğim duymadığım albumler dinliyordu. Onun gibi hissetme, olma arzusu işte benim müzik dünyamı değiştiren dönüm noktası oldu. Jan Garbarek’i keşfettim. Ravi Shankar’ı, Hiroshima’yı. Sonra Phil Collins’i Another Day In Paradise o yaz hit’im oldu. Bahsettiğim abiye gitmek için can atıyordum, bu CD’leri dinlemek için. Sonra bu 180 derecelik dönüşümümden sonraki ilk kasetimi aldım; Peter Gabriel “Passion”. Ve o dönemden bugüne müzik dünyam şekillendi, olgunlaştı. Bugün hala o dönem keşfettiğim albumleri dinliyorum, Jan abiye tapıyorum, Shankar ile kendimi dinliyorum.
Ve sanırım müzik olgunlaşması hiç bitmiyor. Her yaşın sanırım bir ihtiyacı var gibi geliyor. Küçükken klasik müziğe tahammül edemezken, bugün büyük bir keyifle dinliyorum. Jazz önemli bir yer edindi hayatımda. Özellikle soft ya da smooth, artık nasıl adlandırmak gerekirse.
Çoğunluk sakin müzik severim, beni dinlendiren, her notasının arasına dalabileceğim. İçim hop hop ettiği zaman blues ya da rock dinlerim. Başarılı bulduğum yabancı pop sanatçıları dinlerim.

Hiç kimseyi yadırgamam, hiç kimseye de bu müzik dinlenir mi demem, diyemem. Bu müziğin felsefesine aykırı çünkü. Herkes huzur bulduğu, mutlu olduğu sesleri duymakta özgürdür. Amaç da bu değil midir? Müziğin evrenselliği bunun için değil midir?

"Müzik" ve "Müzik Sistemleri" hakkında herşey dediğimizde ise, benim için ayrı bir yeri olan bir siteyi de anmadan yapamayacağım. Sayın Hakan Cezayirli ve ekibine buradan ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Birçok konuda bilgi edindiğim ve edinmeye de devam ettiğim kıymetli bir sitedir "Stereo Mecmuası".


Herkese bol müzikli, keyifli anlar diliyorum.

Hiç yorum yok: